Kim ayağın öperek yalvarıyor
Bağrımı şâne gibi kim yârıyor
Sevdiğim zülfünü kimler tarıyor
Muâllim Ahmet Feyzî Bey
Herhalde şöyle olmuş;
Sevdiğine öylesine hasret kalmış ki,
usulca bu dizeleri ancak şu manaları düşünerek fısıldamış şair...belki de fısıldamamışta fakirin gönlüne bunlar dolmuş bilinmez...
Gül güneşli ve rüzgara açık yerlerde yetişir,büyür,açar...
adeta güzellğine güzellik katmak için güneşten yardım ister,güzelliğinin kokusunu yaymak içinde rüzgarlardan...
yüzün işte böylesine güzel bir gül bahçesine benziyor,ama öyle ya bu gül bahçesinden bir vesikaya ben varamıyorum da kimler o güzelliğe varıyor,kimler o güzellik içerisinde mest oluyor...
Sultanısın gönlümün ve sen gibi sultandan bir şey dilemek için elbette ki ayaklarına kadar eğilmek gerek,kimler bu dilek için sana eğiliyor da bir şeyler dileniyor...
Güzelliğine gark olan,ayaklarına kapanıpta seninle bu hallerle muhabbet halinde olanlar yüzünden,güzelliğinden mahrum olduğum için,tarak nasıl bir insanın etinde tahribata yol açar,kanatır,yaralarsa.işte bu hasret,bu mahrumluk hali benim gönlüme,bağrıma saplanan ve kanatan bir tarak misali içimde onulmaz yaralar açıyor...
Acaba bende böyle etkiler yapan,beni mahveden bu hasret tarağı,sende hangi etkilere sebep oluyor...?
ve o hani senin güzelliğine gark olanlar,hasretinin acısını çekmeyenler,o somut olan taraklarla senin zülüflerine dokunduklarında neler hissediyorlar?
veya soyut olarak olan taraklarla,zülüflerine yani gönlünün güzelliklerini nasıl tarıyorlar?
belki de Ahmet Fevzi Bey ile aynı devirlerde yaşamış olan Udi Hırant'ta aynı hasrete gark oldu da dedi ki;
Söyle rûhum sevdân beni kaç yıl yakacak
Ben saramadım seni eller mi saracak
Bil ki ömrüm senin aşkınla solacak
Ben saramadım seni eller mi saracak
Şemlere ve Pervanelere,Güllere ve Bülbüllere,Ferhatlara ve Şirinlere,Leylalara ve Mecnunlara tüm hasret çekipte bir demlik kavuşmayı ümit edenlere vesselam...
Fakirden selam olsun...
Aşk Olsun...
Sahi...?
Söyle,
Ruhum...
Sevdân beni kaç yıl yakacak...